Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Nisan 2011 Perşembe

PORTOFİNO'DA AŞK VE KAVGA

İlk gençliğimde Dalida'nın I Found My Love in Portofino adlı şarkısı da herkesin dilinde olan üç-beş şarkıdan bir tanesiydi. Ben de çok severdim.

Sonra sırf bu şarkı yüzünden bir yaş günümde ki galiba 35'inciydi, upuzun, yorucu ama unutulmaz bir yolculuk yaptım. O zamanki eşimin bana yaşgünü hediyesi bir bu yolculuktu, bir de minicik sedef bir sepet... Fikir çok hoştu doğrusu, inkar edemem. Yolculuğun ilk ayağı, o sıralar çalıştığım uluslararası reklam ajansı tarafından üç-beş aylığına geçici bir görevle gönderilmiş olduğum Milano'dan Cenova'yaydı. Şimdi nasıldır bilmiyorum; o zamanlar İtalya'da tren bileti aldığınızda, özel olarak istek belirtip ekstra para ödemezseniz eğer, biletiniz numarasız olurdu. O sıra biz bunu bilmiyorduk. Dolayısıyla, benim ara sıra, yani boş buldukça iliştiğim ve sahipleri gelir gelmez terk ettiğim birkaç yer sayılmazsa, beş saat boyunca ayakta yolculuk ettik...

Yol boyu manzara güzeldi. Cenova ise büyük hayalkırıklığıydı. Biz, İstanbul'un Cenevizli geçmişinden hareketle, bir takım Ceneviz meyhaneleri, daha doğrusu o meyhanelerin aslını bulacağımızı zannederken, karşımıza çıkanlar yalnızca McDonalds'lardı. Günlerden pazardı ve McDonalds'lar dışında her yer kapalıydı. Bir umut, yürüye yürüye sahile ulaştık ve şaşkınlıktan kalakaldık. Sağ tarafta büyükçe ve hareketli bir ticari liman, solda şehir... İlle ve lakin deniz kıyısında hiçbir şey yok... Denizin kıyısı neredeyse bomboş... Sadece kıyı boyuncu uzanan genişce bir cadde ile kaldırım... Denizin tam kıyısında olan bir park bile yok... Herşey, söz konusu caddenin denize uzak sol tarafında...



Yaş günüm diye süslenmişim ve ayağımda topuklu papuçlar var... Böyle uzun bir yolculuk yapacağımızı ve yürüyerek böyle upuzun yollar katedeceğimizi bilmediğimden kıyafetim koşullara uygun değil... Çünkü bu bir sürpriz... Malum, erkekler sürprizleri severler. Kadınlarsa pek sevmezler. Çaresiz, yürüyoruz.  Ben yorgunluktak ölecek hale geldim. Sonunda ikimiz de giderek gerildik ve kavga etmeye de başladık. Çok kavga ederdik zaten. Sonra bir yerlerde, galiba bir parkta bir mola verdik. Ardından, yanlış hatırlamıyorsum eğer, bir vasıta bulup Portofino'ya gittik. Az ötede bir yerdeydi zaten o da. Ama artık o kadar yorulmuş ve o kadar bunalmıştık ve öyle açtık ki, Portofino'nun tadını hiç çıkartamayıp, gittiğimiz gibi geri döndük... Yine tren, yine ayakta beş saat ve Milano... Tuhaf, ama unutulmaz bir yaşgünüydü doğrusu...  Çok başarılı olmasa da çok romantik... Zaten ancak böyle tuhaf olan günler unutulmaz oluyor, insanın zihnine kazınıyor. 



İkinci eşimden ayrılalı onbir yılı geçti... Kendisi o zaman bu zaman Londra'da yaşıyor. Biz pek anlaşamadık ama, esas itibariyle iyi bir insan ve iyi dosttur. Hastalandığımdan beri sıkça arıyor, telefonda görüşüyoruz. Minik sedef sepet hala duruyor. Lavabonun hemen üstündeki mutfak penceresinin denizliğine dizili birkaç beyaz sedefim daha var; onların arasına koymuştum. Gerçi, geçen yıldı galiba, Solmaz bir gün temizlik yaparken camı hızla açınca lavabonun içine düşmüş ve kolu kopmuş, ama olsun.... Mutfağa girip çıktıkça, o tuhaf, o ilginç, o romantik günü hatırlatıyor bana. Ve daha bir yığın şeyi... Hatırlıyor ve böyle acaip ama güzel anılarım olduğu için mutlu oluyorum.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder