Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Nisan 2011 Salı

KAHKAHALARLA ALKIŞLAR

İlginç bir gün oldu bugün. Çok eğlendim ve ondan sonra da, galiba esas itibariyle kendi kendime çok eğlenebildiğim için, hiç tanımadığım bir grup insan tarafından ciddi ciddi alkışlandım.

Geçen yıldan beri  Yunanca öğrenmeye çalışıyorum. Bu yıl derslerim Pazartesi ve Çarşamba günleri saat iki ile beş arasında, Yunan Konsolosluğu'nun İstiklal Caddesi üstündeki mekanında... Bu günlerde evden onikiyi biraz geçe çıkıyor; Sultantepe'nin malum merdivenlerinden inerek rıhtıma varıyor; motorla Kabataş'a geçiyor; biraz yürüyüp fünikülere ulaşıyor; ondan sonra da birkaç dakika içinde Taksim'de oluyorum. Metro asansörü Taksim meydanına çıktığında, saatim biri biraz geçtiğini gösteriyor. Karnım açsa, ya Duran'da güzel bir sandöviç ya Saray'da tavuklu  pilav ya da esnaf lokantalarından birinde bir sebze yemeği yemek için bir mola veriyorum. Bu da bittiğinde, dersin başlamasına en az yarım saat kalmış oluyor.

O yarım saatlik süreyi, son günlerde, Demirören Alışveriş Merkezi'nde geçirmeye başladım. Yeni açıldı ya, işte o! Şişmanoğlu Konağı diye bilinen güzelim Yunanistan konsolosluk binasının birkaç adım berisinde... Heyula gibi bir bina... Ağaoğlu Camisi'nden Emek Sineması'nın sokağına kadar uzanıyor. İnşaatı sürerken ve çevresi henüz panolarla kaplıyken, eski bir binayı restore ya da renove ettiklerini zannetmiş ve keyiflenmiştim. Ne var ki, panolar kaldırıldığında ortaya çıkan görüntünün pek de hoşuma gittiğini söyleyemem. O devasa bina, sahici gibi, birşeyin aslı gibi durmuyor da, şişirilmiş bir taklit gibi duruyor. Neyin taklidi? O da pek belli değil... Karmakarışık, eklektik, üslupsuz bir yapı... Sanki bir üslubu varmış hissini veriyor; ama biraz yakından bakınca, yok; öyle birşey katiyen yok... Mamafih, dışı böyle ama, içi ferah... Sokak seviyesinin altındaki üç katına elektronik eşyaların, bilgisayarların, telefonların, beyaz ev eşyalarının, mutfak malzemelerinin satıldığı bir hipermarket yerleşmiş. Geçtiğimiz hafta bir flaş bellek almak için ve biraz da bakınmak için o katları tavaf etmiştim.

Bugünse, tam karşısındaki Saray Muhallebicisi'nde, dün yeniden ağrımaya başlayan boğazıma iyi gelir umuduyla tavuk suyu çorbamı içtikten sonra, üst kata çıkmaya karar verdim. Birinci katta birkaç giyim mağazası, ayakkabıcılar filan... İkinci katta ise koskocaman bir kitapçı-kırtasiyeci, güzel bir pizzeria ve bir de "cine-motion..." Bu sonuncusu ilgimi çekti. Uzay gemilerini andıran kapsülünün kapısı henüz açıktı. İçeride dört sıra halindeki üçlü koltuklara yerleşmiş insanlar... Kapının hemen üstünde bir televizyon ekranı... İçeriyi gösteriyor. Gişemsi banketin ardındaki sevimli delikanlılara, "Bu nedir" diye sordum, "Kaç dakika sürüyor bu?" Bir simülasyon aletiymiş. Dört tane filmi varmış. Anladığım o ki, kapsüle girip bir koltuğa yerleşeceğim, gözüme üç boyut gözlüğünü geçireceğim ve kapsülün olduğu yerde sallanıp sarsılmasıyla güçlenen bir yanılsama sonucu, birkaç dakika boyunca, filmin içinde yaşıyormuşum, filmin kahramanıymışım gibi bir hisse kapılacağım. Hoş! "Tamam, ben de girmek istiyorum. Yer var mı?" Bir kişilik yer varmış ama, banketin ardındaki delikanlılar beni en arkadaki o kultuğa oturtmak istemediler. Üç buçuk dakikalık bu seansın sona ermesi için beklememi ve başka bir film seçip ön sırada bir koltuğa oturmamı önerdiler. "Peki!.."

Seans sürerken yukarıdaki ekrandan içeridekileri gözledim. İçeride oynayan film, afişinden gördüğüm kadarıyla bir uçak yarışı... Seyircilerinde hiçbir hareket yoktu. Hatta kimsenin yüzünde bir ifade bile yoktu. Öyle sakin sakin karşıda bir yere, yani tabii ki bir ekrana bakıyorlardı. Yalnızca ön sıradaki bir genç adam, sona doğru, uçağı kendi kullanıyormuş da durdurmuş gibi bir takım hareketler yaptı. Az sonra kapı açıldı. Seyirciler çıktılar. Daha önce konuştuğum güleryüzlü delikanlılardan biri beni içeri buyur etti. En öndeki koltuklardan tam ortadakine yerleştim. Delikanlı, elime bir üç boyut gözlüğü tutuşturduktan sonra, "Hazır mısınız, başlayabilir miyiz?" diye sordu. ""Şaşkın şaşkın hazır olduğumu söyledim. Şaşkındım, çünkü içeride benden başka kimse yoktu. Dışarıda da kimse yoktu. Halbuki, yürüyen merdivenle yukarı tırmanırken farketmiştim; bir önceki seans için bekleyen bir yığın insan vardı. Bu sefer benden başka kimse yoktu, ama film yine de oynayacaktı. Kapı kapandı. Görüntüler akmaya başladı.

Galaksinin bir ucunda bir 'roller coaster...' İçinde bulunduğum araç hızlandı ve önündeki ilk yokuşu tırmanmaya koyuldu. Olmadı! İvmesi yetmedi!.. Biraz gerileyip yeniden hız aldı, aldı ve fırladı! Yıldızların, gezegenlerin, astreoidlerin arasına ustalıkla yerleştirilmiş sanal raylar üstünden yukarılara doğru hızla tırmanışa geçtik. Tırmanış güzeldi, ama henüz kendimi tam anlamıyla kaptırmış değildim.  Zirveye yaklaşırken olanlar oldu: artık hazırdım ve rayların ulaştığı en yüksek noktaya varıp da dibi görünmez bir boşluğun içine doğru düşercesine inişe geçtiğimizde, yanılsama gerçekliğin yerini aldı . O noktadan itibaren kendimi gerçekten o aracın içinde hisseder oldum. O kadar ki, o çarpıcı inişin etkisiyle zaman zaman küçük kahkahalar veya çığlıklar atmaya başladım ve giderek kendimi iyice kaptırdım. Kimi noktalarda yüreğim gerçekten ağzıma geldi ama, bundan bile zevk aldım. Beş dakikanın sonuna doğru, sanal başlangıç istasyonuna hızla geri dönüp de duvara çarpmak üzereyken güzel bir manevrayla aniden durduğumuzda, keyiften ellerimi çırpmaya başladım. Sonra ışıklar yandı. Kapı açıldı. Kapının önündeki hareketli merdiven bana doğru yaklaştı. Az önceki delikanlı kapının hemen yanında bekliyordu. Onun ardında da bir sonraki seansın seyircileri...

Bir kahkaha daha atarak delikanlıya dedim ki, "Çok güzeldi bu, çok eğlendim." Sonra merdivene doğru hamle ettim ve "Bana yardım eder misin?" diye sorup elimi delikanlıya uzattım. Delikanlı elimi tutunca, bir kraliçe gibi indim kapsülden. Ağır ağır ve gülümseyerek... Bir sonraki seansın, muhtemelen az önceki serüvenimi ekrandan izlemiş olan seyircileri de bana bakarak gülümsemekteydiler ki birden bir alkış koptu. Hepsi birden beni alkışlamaya koyuldular. O kadar mutlu oldum ki, zemin kata indiğimde yüzüme yerleşen gülücük hala yerindeydi ve gözgöze geldiğimiz bir adam kendisine gülümsediğimi zannetti ve bana bakakaldı. Olsun! Ne zararı var?

Sonra konsolosluğa gidip sınıfa girdim. Ders henüz başlamamıştı. Sınıf arkadaşlarıma olanları anlattım. Hülya, bir başka filme birlikte gitmeyi önerdi. "Olur!" dedim. O dört filmin kalan üçünü de göreceğim. Hatta belki hepsini birer kere daha göreceğim.

Dersten sonra ağır ağır yürüyerek Kaktüs'e gittim. Hüsna beni bekliyordu. Yıllardır girmemiştim Kaktüs'e. Hiç değişmemiş. 



   

 
         

1 yorum:

  1. Bahar Hanım,

    Bu güzel paylaşımınız benim bu işe girdikten sonra aldığım en güzel hediye oldu doğrusu. İnanın bu kadar doğal ve içten ancak bu kadar anlatılır. Yorucu geçen onca gecenin sonunda kazanılan para bile değildi bu yorgunluğa son verebilecek olan, zaten bir türlü yorgunluk geçmiyordu.. Bu yorumu okuduktan sonra tüy gibi hafifledim, yorgunluktan eser kalmadı.. :)

    Ben kim miyim? Ben o makineyi yapan ve işleten mühendisim.Başka makineler yapmak için genelde diğer fabrikamızda bulunuyorum ama sizinle tanışmayı çok isterim. Arkadaşlara talimat vereceğim siz diğer kalan 3 filmi benim misafirim olarak ne zaman isterseniz izleyeceksiniz.

    Saygılarımla

    Hakan Yıldırıcı
    hakan.yildirici@cinemotion.com.tr

    YanıtlaSil