Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Nisan 2011 Pazar

KANSERLE GELEN KÜÇÜK MUCİZELER

Dün 23 Nisan'dı, malum, çocuk bayramı. Benimse sabah 11'de Kozyatağı Acıbadem hastanesinde onkologla randevum vardı. Randevuya girmezden önce, Salı günü çektirmiş olduğum pet ct sonuçlarını almak için 3. bodrum katta bulunan nükleer tıp bölümüne indim. A, evet... Pet'ten birkaç gün önce çektirmiş olduğum tomografi bu defa doğruymuş meğer. Sağ böbreğimde metastaz var (4 ay önceki tomografide karaciğerimde bir leke görülmüş, ama pet temiz çıkmıştı oysa)... Metastaz yetmezmiş gibi, akciğerimin ameliyattan artakalmış küçücük kısmıyla da zatürre olmayı becermişim. Her zamanki gibi bu sonuca hazırlıklıydım neyse ki... En azından yarı yarıya... Yüzde elli-yüzde elli... Metastaz olmayabilirdi tabii... Ne ki, olmuş işte, olmuş! Ne yapalım! Hayat böyle...

Belki de yine küçük mucizelere tanık olma ve yaşanmış mucizeleri hatırlama zamanıdır, kimbilir. Kanserle gelen küçük mucizeler... Kendimle ilgili olarak kanser sözünü ilk defa geçen yıl 19 Nisan günü duyduydum. Bir süredir nefes alırken, yürürken filan zorlanmaya başlamıştım. Geçen yıl ille Yunanca öğreneceğim diye tutturup her hafta Melissa'nın Kalyoncu Kulluğu sokağı'ndaki evine gitmiyor ve üç kat merdiveni tırmanmıyor olsam belki de farkına varmayacağım bir belirtiydi bu. Ardından, ağzımdan, bir hafta arayla iki kere üst üste, eser miktarda bile olsa kan da gelince Erkan'ı arayıp bir randevu istemiştim. Erkan hemen oracıkta bir ciğer röntgeni çektirmiş ve az sonra filme bakar bakmaz da,

-- "Ya kanser bu ablacığım ya da tüberküloz," demişti. Aynı gün... Yani, 19 Nisan 2010... Aslında o görür görmez anlamış kanser olduğunu da, beni fikre alıştırmak için öyle demiş. O andan sonrası biraz zordu... Önce büyük bir belirsizlik: kanser mi, değil mi? Kanserse eğer, türü ne, hangi evrede? Ameliyatla alınabilir mi, alınamaz mı? Bu arada da bir yığın eziyet... Hastaneye yattım, hastaneden çıktım. Yatarak veya ayakta, sonu gelmez kan tahlilleri, batın ultrasonu, bronoskopi, tomografi, tomografi destekli ince iğne biyopsisi (ah, uzman, sırtımdan gireceği yerde göğsümden sokuverince o kocaman iğneyi ciğerime, nasıl da yandıydı canım ve nasıl da morardıydı zavallı meme ucum; ama şanslıydım ki ciğerim sönmedi; ya da belki mucizelerden biri de oydu), pet-ct, ayrıca beyin için MR, eforlu elektro, zorlu nefes testleri... Kollarım eroinmanların kollarına dönmüş... Zaten çabuk çürüyen etim, bazısı şefkatten yoksun, duyarsız, bazısı yorgun hemşirelerin orama burama kaktırdığı iğnelerle delik deşik ve mosmor... Ağrılar, sızılar içindeyim. 

Bir buçuk ay sonra teşhis doğrulandı. Evet, kanser!.. Sağ ciğerimde tümörler var. Kanser "küçük hücre" tipi değil... Bu iyice bir haber... 2. evre olduğu tahmin ediliyor. Bu da nispeten iyi bir haber... Erkan kararını verdi: ameliyatım. eğer olursa, Siyami Ersek'te yapılacak ve Göğüs Cerrahisi bölüm başkanı Ilgaz Doğusoy tarafından yapılacak. Bu alanda bilinen en iyi ve en cesur cerrah oymuş.

                                           Siyami Ersek'teki odam...

1 Haziran 2010 tarihinde Siyami Ersek'e yattım, Ilgaz bir haftalık bir inceleme sonunda olur vermişti ki, son bir tedbir olarak bir de beyin MR'ı istedi. Hastanede yokmuş. Gittim, dışarıda bir yerde çektirdim. Ameliyat tarihi birkaç gün sonraydı. MR raporu ertesi gün geldi. Raporda diyor ki, beynimde anevrizma varmış! Tabii ameliyat anında ertelendi. Beyninde anevrizma olan, ciğerinin hem de esas aktif olan sağ yarısı tümörlerle kaplı, mediasteni yine tümörlerle dolu, ben yaşta bir hastayı kim ameliyat eder? Muhtemelen Erkan sayesinde, Ilgaz pes etmedi mamafih; ameliyatı durdurmasına durdurdu da, hafta sonunda, bana ait bilumum raporları, filmleri, şunu-bunu toparlayıp gitti. Beyin cerrahı arkadaşlarıyla filan istişare etmişler ve MR raporunda anevrizma olabileceği ima edilen şeyin, iki damarın üstüste binmesinden başka birşey olmadığına karar vermişler. Tabii o 3 günü nasıl geçirdiğimi bir ben biliyorum. Ölümle yaşam arasında tahtarevalli... Ameliyat olamazsam eğer, o akciğerle yaşamam pek mümkün değil... Erkan bana söylemiyor ama, Pınar'a dediği bu...  Zaten öyle olduğu belli...

Böylece 8 Haziran günü ameliyat oldum. Yağmurun şakır şakır yağdığı, her tarafı sellerin bastığı bir sabah, yedi-sekiz saat süren bir ameliyatla sağ akciğerimin tamamı alındı. Erkan haklıymış: Ilgaz olmasa, kimse, akciğerimin, her yanını tümörler sarmış olan o sağ yarısını almaya yanaşmaz; hatta beni açtıkları gibi kapatır ve sonra da taburcu ederlermiş.

Buraya kadarı sıradan bir hastalık hikayesi... Ama daha bu aşamada bile işin içinde küçük mucizeler var... Öyle tuhaf şeyler ki, zaman zaman aklım almıyor. Sanki evren, bana tuhaf, karmaşık, anlaşılmaz bir oyun oynuyor. Önce, bizzat Erkan var mesela... Erkan hayatımda olmasa, ben o belirtilerle katiyen hastaneye, doktora filan gitmezdim. Ne hastalanmayı severim, ne hastane ne doktor... Hatta hastalıklardan da, hastanelerden de, doktorlardan da biraz nefret ettiğim bile söylenebilir. Erkan başta birkaç tanesi hariç... 

Erkan, göğüs hastalıkları uzmanı ve bize, rahmetli annemin bir armağanı... Esasında, GATA'da, annemin hastalığının teşhisi ve tedavisiyle uğraşan doktorlardan biriydi. Ve anneme o kadar iyi baktı, annem de onu o kadar sevdi ki, ölürken kendisini  "oğul" ilan ederek, ardında yapayalnız bırakacağı iki kızıyla tek torununu da bir anlamda ona emanet etti. Erkan da görevini fevkalade ciddiye alıp annemin cenazesinin kaldırılmasından başlayarak o gün bu gün hep yanımızda oldu. Nitekim, annem vefat ettikten bir gün sonra, arabasıyla beni alıp neredeyse bir tam gün boyunca, oradan oraya giderek bütün gömü işlemlerini sabırla, adım adım yaptırtan da oydu, bir gün sonra tabutun başında bekleyen de yine o.
      
Mucizelerimden biri, belki de en önemlisi Erkan elbette; ama tek mucizem o değil... 19 Nisan öncesi ve sonrası, kimisini çok uzun zamandır görmediğim bir yığın insan, eş-dost, konu-komşu, sayısı çok kısıtlı olan akrabalarım, durup dururken, birer-birer, tekrardan hayatıma girdiler mesela. Bu yaşta olacak iş değildir genellikle ama, çok hoş yeni arkadaşlar da edindim. Her biri de, şu ya da bu zamanda, tam da onlara ihtiyacım olduğunda ya gelip yanımda durdular; ya elimi tuttular, ya beni oraya-buraya taşıyıp geri getirdiler, ya eğleneyim-oyalanayım diye yemeklere götürdüler, ya benim için yemekler pişirdiler, ya pişirdikleri yemekleri evime kadar getirdiler, ya ilaçlarımı temin ettiler ve bana ulaştırdılar, ya çeşit çeşit işlerimi gördüler, ya neyin gerektiğini, canımın neyi çektiğini sorup onlarla çıkageldiler ya da, uzaktaysalar eğer, telefonlar ederek, yazarak, sürekli arayıp sorarak büyük moral destek oldular. Teşhis sürecinde de, ameliyat öncesi ve sonrası hastanede de, kemoterapi sürecinde de hemen hemen hiç yalnız kalmadım. İnanılmaz olan, kimseden yardım istemek zorunda da kalmamamdı. Birine, bir desteğe ihtiyaç duyduğumda, birdenbire ya telefonum ya da kapım çalıyordu ve birinden biri bana neye ihtiyacım olduğunu soruyordu. Akıllara seza bir durumdu.

O durum hala sürüyor.  Ben de hala şaşıyorum olup bitene. İnsanları severim, ama biraz uzak dururum. O yüzden de insanlar beni pek de sevmezler zannediyordum. Meğer seviyorlarmış. Tamamı değil belki ama, benim en çok sevdiklerim... Seviyorlarmış, hem de çok seviyorlarmış. Bunu anlamış olmam da, bence bir mucize... Kanser olmasaydım eğer, bunu bilmeden ölebilirdim.

Sonra beyaz güvercinler var... Pınar da görür onları... Hayatımızda önemli bir olay oldu mu, beyaz güvercinler görürüz biz. Bazen gelir penceremize konarlar, bazen oturduğumuz bir mekanda karşımıza çıkıverirler. Bir keresinde, çok zorlu bir dönemmde alışveriş için Capitol'e gitmiştim mesela; o zamanlar orada, bir tek sinema katındaki fuayede sigara içilebiliyordu  (sigarayı daha bırakmamış olduğuma göre, demek ki üç yıldan fazla bir zaman önceymiş). Ben de sinema katına çıkmış, fuayede, pencere kenarı bir masaya oturmuş, kara kara düşünerek bir sigara yakmıştım ki tek bir tane de değil, tam beş tane beyaz güvercin gelip hemen önümdeki denizliğe kondu...  Tepelikli-tepeliksiz, çeşit çeşit ve bembeyaz beş güvercin... Kalakaldığımı, "A!.. Ama bu kadarı da fazla artık! Neler oluyor?" diye düşündüğümü biliyorum. Geçen yıl da, tam o 19 Nisan günü, eve dönüp bir nefes almak için bahçeye çıktığımda, yine, tepede uçuşan iki-üç tane beyaz güvercin gördüm. Sanki ağaca konmuşlardı da, beni görünce havalandılar ve üstümde birkaç tur attıktan sonra gittiler diye hatırlıyorum. Beyaz güvercin görünce, niyeyse, içim ferahlıyor benim.

Bir başka küçük mucize de ameliyathanede gerçekleşmişti. 8 Haziran günü, sabah erkenden sedyeyle ameliyathaneye indirdiler beni. Bir süre koridorda bekletildikten sonra içeri alındım. Sedyeden ameliyat masasına aktarıldım. Ameliyathanede iki kişi vardı. Hazırlık yapıyorlardı. Süre uzadıkça uzuyordu. "Ne bekliyoruz?" diye sordum. Dışarıda çok şiddetli bir yağış olduğunu, birçok yeri su bastığını, Ilgaz'ın da Göztepe köprüsünün altında mahsur kaldığını ve onu beklediğimizi söyledi birisi. Beklemeye devam ettik. Birazdan, ameliyathanenin içinde bir radyo çalmaya başladı. Türk sanat müziği çalan bir kanaldı. Emel Sayın hiç bilmediğim bir parçayı söylüyordu. Emel Sayın, rahmetli babamın en sevdiği şarkıcıydı. Ankara'da otururken Cumartesi akşamları bazen Sıhhiye'deki orduevine yemek yemeye giderdik. Dönemin bir çok ünlü şarkıcısı orada sahne alırdı. Emel Sayın da onlardan biriydi. Güzel bir kadındı, çok güzel. Babamın ona olan ilgisi başlangıçta annemi üzmüştür belki; ama babam emekli olduktan sonra durum değişti. Emel Sayın televizyona çıktığında, babam eğer salonda değilse, annem, "Cemal, gel bak! Seninki çıktı," der oldu. Buna karşılık Erol Evgin ekranda boy gösterdiğinde, bu defa babam annemi çağırıyordu. Annem, arada bir, Erol Evgin'i oğlu gibi sevdiğinin altını çizmekten geri durmuyordu tabii. Babamınsa Emel Sayın'a ilişkin buna benzer bir iddiası yoktu zannedersem. Varsa da ben hiç duymadım.

Ameliyathanede üşümeye başlamıştım. Ortada dolaşıp duran insanlara, "Üşüyorum ben," diye seslendim. Gelip ameliyat masasını ısıttığı anlaşılan bir takım düğmelerle oynadılar. Masa ısınınca üşümem geçti. O sırada radyoda "Nasıl Geçti Habersiz" çalmaya başladı. Babamın en sevdiği şarkı... Çünkü içinde hem "bahar" kelimesi geçiyor, hem "pınar..." Hem ben hem kardeşim... "A, ne rastlantı," diye düşündüm. Bir sonraki şarkıda iş iyice tuhaflaştı. Bu defa çalınan, "Huysuz ve Tatlı Kadın" idi ki bu da babamın, başlığını ya da nakaratını annemle eşleştirerek sevdiği ve sıkça mırıldandığı bir şarkıydı. Sonra üçüncü şarkı başladı. "Mihrabım Diyerek..." Stelios'un, ben programını internet üstünden dinlemeye başladıktan hemen sonra Radyo Sto Kokkino'da çaldığı ilk Türkçe şarkı... "E, bu kadarına da pes yani! Babam, annem, Stelios; üçü de burada adeta!" diye düşünürken, narkoz etkisini göstermiş olmalı. O sabahtan son hatırladığım şey, o üçüncü şarkı çünkü...

İşte böyle... Ciğer kapasitem çok azaldığı için bundan böyle artık herhangi bir ameliyat olmama imkan yokmuş. Akciğer, kanı bütün bedende deveran ettiren organ olduğu için de, metastaz olasılığı her daim çok yüksekmiş. Akciğer kanserlerinde, teşhisten sonraki 5 yıl içinde yaşama oranı o yüzden yüzde 14'ü geçmiyormuş. Şimdi böbreğimde metastaz var... Var ama, ameliyat olamayacağım. Yine kemoterapi yapılacak. Kemoterapi çok zor... Geçen yıl 19 Nisan'dan bugüne kadar yaşadıklarım içinde bana en zor geleni kemoterapi oldu. Kemoterapi insanı insanlığından ediyor. Bütün gücünü elinden alıyor. Yerlerde süründürüyor. O kadar ki, birkaç kere, birkaç yakınıma, "Bunu yaşayacağıma, keşke masada kalsaydım," diye sızlandığım dahi oldu.  Özellikle ikinci kürden sonra... Üçüncü kür... Hele dördüncü kür... Dehşet! Kan değerleri düştükçe düşüyor. Ağrılar artıyor ve zaman zaman dayanılmaz bir hal alıyor. Yorgunluk, depresyon... Bir yandan iyi beslenmek gerekiyor; ama ne iştah kalmış insanda ne de alışveriş yapacak, yemek pişirecek takat... Arkadaşlarım, sağ olsunlar, var olsunlar, eksik olmasınlar, beni hiç yalnız bırakmadılar ama, sürecin tamamında kesintisiz olarak yanımda bulunan biri yoktu tabii... Benim hayatımın realitesi bu... Dolayısıyla tek tek herkes, olayın yalnızca bir parçasına tanık oldu. Şu ya da bu gün... Şu ya da bu saatler arası... En düşkün hallerimi de hiç kimse görmedi. O yüzdendir ki bazılarına, bana verilen ilaçlar başkalarına verilenlerden daha hafifmiş gibi geldi. Halbuki değildi. Bugün bunu Erkan da doğruladı. Öyle birşey yok... Ben de herkese ne veriliyorsa onu aldım.  Herkesin yapısı bir değil kuşkusuz... Ben biraz tuhafım. Birçok insandan daha dirençliyim. Hatta uzaylı filan gibiyim. Bilenler bilir; zor hastalanır ve çabuk iyileşirim. Yine de kemoterapi beni bile yere vurdu. Yerden yere vurdu. Hem de nasıl!..


Geçen sefer verilenler, akciğer tümörlerini hedef alan ilaçlarmış. Bu defa böbrek tümörlerini hedef alan bambaşka bir ilaç vereceklermiş. Dolayısıyla bu defakini daha iyi tolere edebilirmişim. Olabilir, belki de ederim. Sonuç itibariyle aynı sürecin içindeyiz ve benim küçük mucizelerim hala kendilerini göstermekteler. Kanserle gelen, küçük ama harikulade mucizeler... Bugün baktım mesela, pembe orkidem üçüncü defadır açmaya hazırlanıyor. Daha ikinci dalının çiçekleri üstündeyken... Geçen yıl ameliyattan evvel ben, "En sevdiğim çiçek orkide ve kimse bana orkide almadı bugüne kadar!" der demez Güher'in koşup aldığı ve Siyami Ersek'e getirip kapıdaki güvenliği de "Plastik bunlar!" diye kandırarak içeri soktuğu ve o gün bu gün gönlümü şenlendiren pembe orkidem... Baktım, yandan bir dal daha vermiş. Ben 10 Mayıs'tan sonra kemoterapiye başladıktan az sonra herhalde iki dalında da çiçekler olacak. Bir mucize daha!    

                                                 

9 yorum:

  1. En kısa zamanda mucızelerın gerceklesıp ıyı haberler almanız dılegıyle

    YanıtlaSil
  2. aferin kiz :)
    seninle gurur duyuyorum...
    istanbul'a gelince mutlaka gorusuruz...
    omer

    YanıtlaSil
  3. Baharcığım, benim huysuz:)) ve tatlı arkadaşım... Şimdiye kadar hiç söylemedim; biliyorum, ama seni seviyorum... Belki yeteneğin, belki aklın, belki farklılığın ve farkındalığın, hatta belki de o çok özel huysuzluğun:)) için... Bir tanesin sen; canım, güzelim...

    Melek

    YanıtlaSil
  4. Canım arkadaşım,
    Ben zaten mucizelere inanırım, senden de dinlemek beni ne kadar mutlu etti bilemezsin. Gerçi benim anlayamayacağım zorluklar, acılar yaşadın ama sen mucizenin en büyüğüsün belki de bunları görebilmemiz için yaşadın bunları. İnanıyorum ve diliyorum ki bu böbrek işi kolayca hallolacak. Ve yine diliyorum ki hiç olmamış gibi yaşayacaksın.
    Bu arada ben de önemli bir davranış kusurumu anlamış oldum. Hep yanında olmak isteyip de rahatsızlık veririm korkusuyla yanına gelmedim hatta telefon etmekten bile vazgeçtim.
    Yaşadığı bunca zorluklardan şikayet etmeyip, mucizeleri görebilen, şimdi de tamamen iyileşerek bizlere "mucize görmek isteyen bana baksın" diyecek olan, kıymetini ancak bu yaşta idrak edebildiğim, güzel arkadaşım, seni seviyorum.
    Meral Hasırcı

    YanıtlaSil
  5. Benim çok kahraman duran kırılgan arkadaşım,
    Seni seviyorum...

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Bahar,

    Yazın çok duygu dolu; gözlerimi yaşarttın! bu kadar güzel üretken bir beyinin kolay kolay pes etmeyeceğine eminim.

    Babam’da barsak ve çok yakınım bir kişide akciğer kanseri teşhisi ve sonrasında yapılan ameliyatlarla ikisi de sağlıklarına kavuştular. Babam seneler sonra ileri yaşlarda bambaşka bir rahatsızlıktan vefat etti. Bizler yaşındaki yakınım ise çok sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürüyor.
    Dik dur sevgili arkadaşım üstesinden geleceksin!

    Ali Afşar

    YanıtlaSil
  7. Bahar'cigim, sevgili arkadasim,

    Butun beyaz guvercinler etrafinda olsun,
    Hergun yeni kucuk mucizeler seni sasirtsin.
    Aklin, yeteneklerin, kocaman yureginle bin yasa Bahar'cigim!

    Kimbilir Yunanca'dan sonra daha ne enteresan seylere dalip bize "Bahar bu yapar" dedirtim, bizi heveslendireceksin.

    Sevgiyle opuyorum guzel arkadasim.

    Yasemin

    YanıtlaSil
  8. Sevgili Bahar,

    Sen belki hatirlamazsin . Hayatta ilk dansimi (dans denirse) seninle yapmistim. Bizim mezuniyet gecesinde zorla beni dansa kaldirmistin. Onu hic unutmadim.
    Dilerim yeni mucizeler olur, bunlarin da ustesinden gelirsin.

    Sevgiler,
    Selahattin Sevimli

    YanıtlaSil
  9. Canim arkadasim,
    Sen hayatta dimdik ve tek basina durabilen ender insanlardansin. seni cok seviyorum uzakta bile olsam.
    Sevgiler,

    Fatos

    YanıtlaSil