Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Haziran 2011 Salı

KİMMİŞ Kİ BENİM DÜŞMANLARIM?

Bir zamandır yapmıyorum; taşıması zor geliyor da ondan galiba; ama eskiden yanımda hep bir defter bulundururdum. Bir not defteri... Yılın çanta modasına uygun bir biçimde boy boy olurdu not defterlerim; büyüğü, küçüğü... Aklıma estikçe, vakit buldukça notlar alırdım; yaşadığım güne dair, duyduğum bir söze veya yeni bir kelimeye dair, kapıldığım bir hissiyata dair... Hayallerim, umutlarım, gördüğüm gece düşleri... Aklıma düşüveren bir fikir, bir hikaye konusu, bazen bir şiir... Kendi kendime hazırladığım bilmeceler... Yolculuk notlarım... Kimi sayfalarında da, yapılacak işler listelerim, alışveriş listelerim veya harcama dökümlerim olurdu. Bazen birşeylerden kaçmak için kullanırdım not defterlerimi. Sıkıldığım zaman... Çevremde olup bitenlere ilgisizleştiğimde... Yapılan konuşmaları saçma, manasız ya da çirkin bulduğumda...
          Sokak Dergisi'ni çıkarma hazırlıklarını yaptığımız günlerdi, zannediyorum. Tuğrul Eryılmaz, İpek Çalışlar, Murathan Mungan, Yıldırım Türker, Murat Çelikkan, Adnan Bostancıoğlu... Bir gün birkaçımız bir aradaydık. Neredeydik? Zihnim bunun kaydını tutmamış. Birimizden birinin evindeydik herhalde. Bir ara, içlerinden birisi, ortalıkta duran not defterimi eline alıp karıştırmaya başladı; kim, bilmiyorum. Yıldırım olabilir veya Murat, hatta Murathan... Gülümseyerek sayfalarını çeviriyordu. Bir yerde bir başlık buldu: "Düşmanlarım..." Bir sayfanın başına "Düşmanlarım" diye bir başlık atıp altına birkaç isim sıralamıştım.  O sayfayı, başlığı filan hatırlıyorum. Böyle bir işe kalkışmamın gerekçesini ise hatırlamıyorum. "Düşman "kavramını sevmem aslında. Ama o aralar canımı acıtan birkaç kişi vardı ve muhtemelen ben kimseyi "düşman" diye etiketleyemediğimden, kimseyi yanımdan uzaklaştıramadığımdan, dönüp tekrar tekrar yakıyorlardı. Belki de gerekçe budur. Adlarını bir yere kaydedeyim ki unutmayayım filan diye birşeyler düşünmüşümdür belki... Kimdi onlar? Kimdi benim düşmanlarım, işte onu hiç hatırlamıyorum. 
           Defteri karıştıran arkadaşım o başlığı bulunca kendini tutamadı ve bulduğu şeyi diğerleriyle de paylaştı. Hepsi güldüler. Benimle dalga geçen yorumlar yaptılar. Bir yandan da etkilenmiş gibiydiler. Hatta, yanlış hatırlamıyorsam eğer Murathan, bu fikri bir öyküsünde kullanıp kullanamayacağını sordu. "Kullan tabii," dedim. Ne yalan söylemeli; "Düşmanlarım" şeklinde bir başlığın altına birkaç isim sıralamaktan daha parlak fikirlerim olduğu inancındaydım o sıralar...
          Bunları yazarken, o deftere ne oldu diye meraka düştüm. Not defterlerimin çoğu, yatak odamdaki dört tırnaklı ejderha kabartmalı, toplama antika çalışma masamın alt gözlerinden birinde durup duruyor. Birkaç tanesi de yine yatak odamdaki kütüphanenin altındaki dolaba yerleştirmiş olduğum arşiv kutularından birinin içinde... Pek dokunmuyorum. Darmadağınık notlar... Aklımı karıştırıyorlar. Kendi yazdıklarımı okuyamıyorum.  Mamafih son on yılda en az birkaç kere hepsini elden geçirdim; ne var ki başlığı ve altına sıralamış olduğum isimleri bulamadım. Yine baktım, yine bulamadım.
          Kimdi benim düşmanlarım? Düşman kimdir ki zaten? Şimdilerde hiç düşmanım yok. Dostlarım var, yani çok sevdiğim insanlar; sonra daha az sevdiklerim ve bir de pek sevmediklerim; yani bana yönelik olsun olmasın, tutumları, tavırları, hareketleri, bazı sözleri dolayısıyla şu ya da bu ölçüde rahatsız olduğum için biraz kaçındıklarım... Hepsi bu...
          Çok gençken "Nefret ediyorum!" ifadesini çok kullanırdım. Etrafımı gözlemler ve pekçok şeyi kötü bulurdum. Ruhsuz, çirkin, saçma... Bunlardan cidden nefret ederdim. Nefretimi yüksek sesle beyan da ederdim.
          Bir Ayşe Apak vardı; tatlı bir insan... Ankaralı bir arkadaşımın İstanbullu bir arkadaşı... O sayede tanışmıştık. Bir ara Murathan'la birlikte Remzi Yayınevi'ne Çilek başlığı altında toplanmış bir roman serisi hazırladıydı. Murathan serinin editörü, Ayşe redaktörü... Yanlış hatırlamıyorsam eğer, Mete Özgencil de aynı serinin grafik tasarımcısıydı. (Adını bilirdim ama Mete'yi o zamanlar tanımazdım; nasıl olduysa sonradan tanıştık.  Birbirimizi ilginç bulduk; bir süre aynı ortamlarda ve çok yakın takıldık ve sonra koptuk.) Kanımca, fevkalade güzel, ilginç romanlar seçip yayınladılar... Hem kitap seçimi, hem çeviriler, hem kitapların kapak mizanpajı, yok redaksiyon, yok düzeltme, yok baskı; herşey ama herşey için titizce uğraştılar. Tama Janowitz, Armistead Maupin, Eduardo Mendoza gibi  Türkiye'de hiç bilinmeyen yazarların eserlerini de okura tanıttılar. Ekşi Sözlük'teki girişlerden birinde, böyle bir seri sanki hala varmış gibi bir izlenim ediniliyor, ama esasında devamı gelmedi.  Bu ülkede böyle güzel şeylerin devamı hiç gelmiyor. Neyse işte, diyeğim o ki Ayşe, benim öyle "Nefret ediyorum!" diyerek ortalıkta dolanmamdan pek hoşlanır ve bunu dile de getirirdi. Kendisi de iflah olmaz bir muhalifti...
          İpek'i, Murathan'ı, Yıldırım'ı, Murat'ı, Adnan'ı ve çoğuyla Sokak dergisi bağlamında tanıştığım ve o ara yediğimiz-içtiğimiz ayrı gitmediği için ciddi ciddi arkadaş olduğumuzu zannettiğim daha bir yığın insanı, yıllardır görmüyorum. Ta TRT yıllarımdan beri bildiğim Tuğrul'la birkaç yıl önce Hrant Dink'in ölüm yıldönümlerinden birinde tesadüfen karşılaştık.  Ayaküstü biraz lafladık. Ayşe'yi de, yine tesadüfen, birkaç yıl önce Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçen bir motorda gördüm. Yol boyu sohbet ettik. Telefonunu aldım ama sonra aramadım. Tuğrul'un telefonunu da almıştım, tabii onu da aramadım. Aramadım, çünkü  iki seferinde de sonradan "Yürüyebilseydi geçmişte yürürdü dostluğumuz," diye düşündüm. "Yürümediyse bir nedeni olsa gerek!"  Üstelik onlar, ayrı ayrı ikisi de, benim telefonumu almaya zahmet etmemişlerdi. 
           Şimdi düşünüyorum da bir defterin bir sayfasına "Düşmanlarım" diye bir başlık atıp altına isimler sıralamak parlak bir buluşmuş gerçekten. Parıltısı da, sahiciliğindeymiş.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder